Doğa ile Olan Savaşımız
En küçük bir canlının bile dünyayı nasıl değiştirebileceğini hiç düşündünüz mü? Doğa kendi içinde bir koda sahiptir. Eğer tek bir rakam bile değiştirilirse bütün sistem çökebilir. Biyoçeşitliliğe dahil olan her şey bu sistemi oluşturur. Hayatta kalabilmek için ihtiyacımız olan yiyeceği, suyu, ilacı ve barınağı bize doğa sağlar. Şu anda içinde bulunduğumuz ve gittikçe kötüye giden bu durumumuz için sadece küresel ısınmayı suçlamak pek de mantıklı değildir. Acaba yanlış kapıyı mı çalıyoruz?
İnsanların biyoçeşitlilik hakkındaki farkındalıklarını ölçebilmek adına yaşları 9 ile 78 arasında değişen 1272 kişi ile bir anket yaptık.
Sonuçları aşağıdaki grafikte görebilirsiniz.
Sonuçlar aslında ne kadar iç açıcı görünse de insan davranışlarından durumun hiç de göründüğü gibi olmadığını anlayabiliriz. Son 50 yıl içerisinde, omurgalı canlı türlerinin yaklaşık %68’ini kaybettik. Türkiye’nin karasal ve sucul ekosistemleri, yıllardır süren kirlilik ve istilacı türler yüzünden yok olma tehlikesi altında. WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Türkiye Direktörü Dr. Sedat Kalem’in dediği gibi “Gelecek 10 yıl içerisinde kaydedeceğimiz ilerleme, önümüzdeki yüzyılları şekillendirecek.”. Türkiye’nin doğal yaşam alanlarını koruma yüzdesi yüzölçümüne göre %8,7 iken Avrupa’da bu oran %25,9’dur. Türkiye’nin aslında doğayı korumak adına ne kadar geride kaldığı bu sonuçlara bakıldığında açıkça görülebilmektedir.
Kızılırmak’taki Türlerin Katliamı
Bir nehir nasıl yok edilir? Bilindiği üzere fabrika atıkları, küresel ısınma ve susuzluk; bu soruya en çok verilen cevaplardır. Genellikle en önemli nedenin nehri besleyen kolların kuruması ve kirlenmesi olduğu gözden kaçırılır. Bu nedenlerin birbirleri ile bağlantısı domino etkisine benzetilebilir. Nehrin kuruması sadece su altındaki yaşamı etkilemekle kalmayıp oradaki göçmen kuşların nesillerini de büyük bir tehlikeye sokar. Kızılırmak’a yakın bir yerde
yaşayan ve bir balıkçı olan Kemal Işıker’in röportajında söylediği gibi, “Biz çocukken nehir çok güzeldi, o vakitler çok balık tutardık. Son zamanlarda nehre gittiğimizde her yerde ölü balıklar görüyoruz. Nehirden zehirlendiklerinden eminim.”
Yakın zamanda Kızılırmak yakınında çekilen bir fotoğraf (TRT Haber)
Yakın zamanda Kızılırmak yakınında çekilen bir fotoğraf (TRT Haber)
Bu aslında doğayı ne kadar kirlettiğimizin en çarpıcı örneklerinden sadece birisi. Bildiğimiz üzere kirlilik üçe ayrılır: su kirliliği, kara kirliliği ve hava kirliliği. Her biri eğer gereken önlemler zamanında alınmazsa fotoğrafta da görüldüğü gibi ölümcül sonuçlara yol açabilir. Bu kirlilikler tek başlarına doğaya yeterince zarar verirken Kızılırmak’ın ekosistemleri su ve kara kirliliği ile karşı karşıya kalmıştır.
Kızılırmak Türkiye’deki en uzun nehirdir. Bu demek oluyor ki nehrin temas ettiği kara alanı oldukça büyüktür. Son yıllarda evsel atıklar, fabrika ve kanalizasyon atıkları, böcek ve tarımsal ilaçlar nedeniyle ama en fazla da kesiştiği bölgelerdeki kimyasallar sebebiyle nehir kara kirliliğine maruz kalmıştır. Tarım ve kanalizasyon atıkları yaşam alanları üzerindeki yıkıcı etkiyi artıran kimyasal kuraklığa neden olur. Bu kimyasal atıklar, biyoçeşitliliği devam ettiren göçmen kuşları ve böcekleri doğrudan etkiler. Bu türlerin korunması için bireysel olarak önlem almak aslında düşünüldüğünden daha kolaydır. Endüstriyel üretim esnasında ortaya çıkan kimyasal atıkların kurallara uygun biçimde toplanmaları, arazilerde tarım ilaçlarının ve gübrelerin toprağa zarar vermeyecek şekilde kullanılması alınabilecek önlemlere örnek olarak gösterilebilir. Orman toprak verimlilik kaybından dünyadaki yaşamın yaklaşık %75’i doğrudan etkileniyor. Kara canlılarının %80’i ormanlarda yaşıyor ve bilinen 8.300 hayvan türünün %8’inin soyu tükendi geriye kalan türlerin ise %22’si yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Biyoçeşitlilik kaybını önleyerek sadece türleri değil aynı zamanda insanları iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı hale getirmiş oluyoruz. Su kirliliğine neden olan en büyük faktör, kara kirliliğini engelleyemediğimiz için denizlere, göllere ve nehirlere ulaşan atıklardır. Bir ülkenin ekonomisi için en önemli kaynaklardan biri sudur. Dahası su kaynaklarının korunması, balıkçılığın artması gibi sonuçları sayesinde yoksulluk ile mücadele alanındaki çalışmalara da katkı sağlar. Bunların yanı sıra bu habitatlar tek hücreli organizmalardan dünya üzerindeki en büyük türe kadar pek çok canlıya ev sahipliği yapıyor. Kızılırmak’taki kirliliğin artışı büyük bir çevre ve ekonomi sorununa dönüşüyor. Bu sorunlara sebep olan atıklar aynı zamanda sudaki
canlıların yaşam alanlarına giriyor. Canlılar bu atıkları yiyor ve onlar ile yaşamak zorunda kalıyorlar bu da onların soylarını tehdit edip normalde yıllar sürmesi gereken süreci hızlandırıyor.
CNN Türk tarafından çekilen bir fotoğraf
Bu içler acısı tablonun sebeplerini ise şöyle sıralayabiliriz; Fabrikalardan suya dökülen kimyasallar, radyoaktif ve biyolojik atıklar, su canlılarının sayılarındaki kontrolsüz artış ve azalmalar, kentleşme sırasında suyun yanlış kullanılması, altyapının yetersiz olması, petrol tankerleri ve benzinin suya dökülmesi gibi birçok sebep bu örneklere dahil edilebilir. Atıkların etkileri 2009’da net bir şekilde görülmeye başlandı ve nehir o zamandan beri kirleniyor. Kızılırmak, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ndeki tek sulak alandır. Türkiye’de bulunan 420 kuş türünden bugüne kadar nehir deltasında 340 kuş türü tespit edildi ve bu türlerden 140’ı bu alanda ürüyor. Dünyada ise nesli tükenmekte olan 24 kuş türünün 15’inin nehir deltası çevresinde ürediği tespit edildi. Bu örnekler için sadece buzdağını görünen yüzü diyebiliriz. Bu kuşlar aslında dünyadaki biyolojik çeşitliliğin ve sürdürülebilir nüfus seviyelerinin korunmasına yardımcı oluyor. Bireysel olarak günlük hayatımızda toplu taşımayı tercih ederek veya sahilin temizliğine katkıda bulunarak bir fark yaratabiliriz. Ancak en önemlisi bizden sonra gelecek olan nesle suyun ve enerjinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak olmalıdır. Birçok önemli kişinin de dediği gibi, “İyi bir eğitim anahtardır.”
Biyoçeşitliliği korumak için, devlet koruması altında etkin ve adaletli bir şekilde yönetilen alanlar oluşturarak sürdürülebilir bir gelecek inşa edilmelidir. 2013 yılında enerjiye 1,6 trilyon dolar yatırım yapıldı, yatırımın %70’i ise fosil yakıtlara harcandı. Bu miktardaki para biyoçeşitliliği kurtarmak için de kullanılabilirdi. Bireysel önlemler geleceğimizi kurtarmak için yeterli değil. Hükûmet, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile çıkar gözetmeksizin işbirliği yapmalıdır. Bu uzun vadede yardımcı olacak olsa bile eğer küresel bir anlaşmaya varılamazsa geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimizin yok olması kaçınılmazdır.
Yağmur Köprülü
Şevval Taştüner
10.sınıf Öğrencileri